Sanat, Feminizm, Aktivizm
İnsanlık yerleşik düzene geçtiğinden beri sürekli düzenlenmek zorunda olan kurallara ihtiyaç duyuyor. Toplumun düzenini sağlamak için sınırları çizmek ve korumaya çalışmanın çözümlerine odaklanılmış; böylece tarih savaşların tarihi şeklini almış. Bu tarih yazımı da eril bir dille ve topluluk/toplumu belli bir standart dahilinde algılayarak gerçekleşmiş.
Yaklaşık 260 yıl önce doğan Mary Wollstonecraft, bir proto-feminist olarak hem güncel Fransız İhtilali tarihini yazar hem de Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi kitabını... Wollstonecraft, aynı zamanda, hala en çok okunan ve filmi çekilen belki de bilim kurgunun öncüllerinden biri olan Frankenstein karakterini yaratan Mary Shelley’nin de annesidir. Bir başka örnek de, Fransız Devrimi’ne de katılmış olan filozof yazar Olympe de Gouges’dur. Fransız İhtilali’ni büyük umutlarla karşılayan Gouges’un devrime olan inancı kısa sürecektir. Devrimden sonra yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde insan kelimesi yerine (homme) erkek kelimesinin kullanılması bildirgenin sadece erkekler için hazırlandığını göstermektedir. Olympe de Gouges, 1792 yılında Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi’ni yazmış, ancak bu bildirge onu giyotinle idama götürmüştür.1
Bir türlü inşa edilemeyen adaletli ve eşitlikçi düzeni eleştiren ve önerilerini farklı yollarla sunan bu kadınlardan sonra, 19 yüzyılda, kadın hareketlerinin başladığına şahit oluruz. Yüzlerce yıldır temel hakları ellerinden alınmış olsa da kadınlar, haklarını aramaya ve hatta sanat üretmeye devam edeceklerdir. Burada ‘üretmek’ kelimesi özellikle kullanılmıştır çünkü sanat yazımında dahi-yaratıcı erkek sanatçıya duyurulan hayranlık karşısında anonimleşmeyi göze alarak yazmaya, resmetmeye hatta notalarla sözlerini iletmeye çalışan kadınlar vardır. ‘Kendine ait bir oda’sı olmasa da belki de farkedilmeden sözünü üretmeye çalışır kadın. Tarihte ancak erkek kılığına girerek ya da erkek ismi kullanarak ürettiklerini iletme yolunu bulan kadın, en temel hakkı olan ‘varolmak’ için savaş verir.
Sanat neden bir cinsin tekelindedir?
Çünkü hayatı, bir cins tekeline almıştır, kuralları koyan bu cins, rolleri de paylaştırma cüretini gösterir. Peki sanat nedir? Sanat zihinsel bir etkinliktir, sezgiseldir ve öznel bakışın ürettiği kolektif bilincin yansımasıdır. Kadınlar 20 yüzyılla birlikte, yaygın bir biçimde, akademik eğitim almaya başlarlar. Özellikle 2 Dünya Savaşı’ndan sonra kadınların sanat ortamındaki yoğun varlığı da tesadüf değildir, performans sanatı gibi yeni bir yöntem bu dönemde yaygınlaşır. Sanat çoğul düşünmeyi gerektirir, izleyicinin de dahil olduğu performanslarla kadın sanatçıların dönüştürücü etkileri yaygınlaşır.
Neredeyse benzer zamanlarda, 1914 yılında açılan İnas Sanayi-i Nefise ile birlikte kadınlar sanat eğitimi almaya başlarlar. Eğitimli kadın sanatçılar yurtiçi ve yurtdışı sergilere katılırlar. Sanat üreten, sergilemek için üretir. Bu olanaklılık alanı zaman içinde, zamanın ruhuna da bağlı olarak gelişir. Özellikle ikinci dalga feministler 1960’lardan sonra, yasalarda olan ancak gündelik yaşamda karşılığını bulmayan eşit haklar meselesine odaklanırlar. Bu süreçte anonimleştirilen kadın sanatçılarla ilgili yazılar yazarlar, yok sayılan tarihi gün yüzüne çıkarmayı görev edinirler. Bizim topraklarımızda 1914 yılında başlayan eğitimli kadın sanatçılar kuşağı, sanat eleştirmenlerinin keskin eleştirilerine maruz kalır. Örneğin 1954 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu, gazete yazısında Aliye Berger için, “Akademi hocaları dururken ve çok daha değerli gravür sanatçıları varken, ödül bu yarışmaya sadece ‘gönül eğlendirmek’ için katılmış bir genç kadına verilmiştir.” der.2 Sanatın, kadının da icrası olabileceği fikrinin yerleşebilmesi için 21 yüzyılı beklemek gerekecektir. Kadın meselesi özü itibariyle haksızlık ve hukuksuzluk içeren birçok konuyla paralel ilerler; iklim değişikliğinden LGBTİ+’lara, çocuk istismarından kültürel ayrımcılığa dek. Varolanı yok sayarak eril düzenin sürekliliğini sağlamaya çalışmak şiddeti meşrulaştırmayla olur.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde ‘yargılamada eşitlenen tüm bireylerin yaşamın her alanında eşit olmaları gerekliliği’ vurgulanmaktadır. “Konuşma Zamanı: Kenti Kadın+’ların Sözü ve Sanatıyla Donatmak” proje ekibi, açık bir çağrı yaparak, kadınların ürettikleri hak arayış çağrılarını, görsellerle ve Türkiye’de konuşulan farklı dillerde, kentin sokaklarında duyurmayı ve göstermeyi amaçladı. Amatör ve profesyonel sanatçıların ürettikleri imgeler, Türkçe ve seçtikleri ikinci bir dille birlikte panolarda yayınlandı. İçerikler genel çerçevede, feministlerin temel hak ve özgürlük istekleri, yaşanan ve şahit olunan istismarlar, ölümler ve adaletsiz bir yaşamın yarattığı geri dönülemez acıların vurgusu oldu.
Batı Rönesans’ı eril tarih yazımında insan odaklı gibi gösterilir ancak yukarıda da belirtildiği gibi o ‘insan’ erkektir. Dolayısıyla kadını cadı olmakla yargılayan, LGBTİ+’ları dışlayan ve toplu ölümlere neden olan bu dönemin yansıması halen kendini gösterir. Dünya dışında yaşamanın olanaklılığının tartışıldığı, dijitalize bir yaşamın yerleştiği bu dönemde 600 yıllık suçlamaların ve akıl dışı yargıların terk edileceği umudunu taşıyan insanların çağrısına kulak vermek gerek. Kadim bir geleneğin varolduğu topraklarımızda Anatanrıça geleneğinde bereket odaklı bir anlayış hakimdi. Binlerce yıldan dersler çıkaran her insan, kadına ve aynı zamanda doğaya, çocuğa, LGBTİ+’lara, kültüre yöneltilen eril şiddete karşı durur.
Sanat yaşamın ta kendisidir, sokaklar da herkesin.
1*Sanat Tarihçisi Canan İpek, Feminist Hareketin 1960 Sonrası Sanat Üretimine Etkisi, Danışman: Doç. Şive Neşe Baydar, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2019, s.3.
2Gülşah Antınkaya Özcan, Cumhuriyet Döneminden 1950’lere Türkiye’de Sanat Yazınının Eleştirisi, Danışman: Doç.Dr.Seda Yavuz, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019, s.112. (Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Pazartesi Konuşmaları: Bir, İki, Üç”, Cumhuriyet Gazetesi, 20 Eylül 1954 (SALT Araştırma, Yusuf Taktak arşivi)
Yazar: Seda Yavuz
Lisans eğitimini 1999 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde tamamladı. 2000 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Yüksek Lisans öğrenimine ve aynı yıl, aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek Lisans tez konusu ‘Yapı-bozum Bağlamında Fluxus Hareketi’; Doktora tez konusu ‘Heykelde Boşluk Kavrayışı: Modernizm ve Sonrası’dır. Verdiği dersler; Batı Sanatının Kaynakları, Heykel Sanatı Tarihi, Sanat Felsefesi ve Güncel Sanat Araştırmaları (Y.L.) Heykel Sanatı Araştırmaları (Doktora), çalışma alanları; Batı sanatı ve Güncel Sanat, Cumhuriyet dönemi ve sonrası Türkiye, Modernizm, sanatta feminist teoriler, heykel tarihidir. Çeşitli dergi ve gazetelerde eleştiri ve çözümleme yazıları yayınlanmış, küratörlük ve sergi organizasyonu yapmıştır. Çeşitli galeri ve sanat kurumlarında seminerler vermektedir. Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA-TR) üyesidir.